Perşembe , 26 Aralık 2024
En Son Yazılar

DÖNÜŞÜMSEL BEKLENTİLER

Tuğberk Çiloğlu

Doğa bilimleriyle sosyal bilimler arasındaki en önemli fark nedir? Belki de bu fark, gözlenen (nesne) ve gözlemci (özne) arasındaki ilişkinin temel farklılığında yatmaktadır. Nasıl mı? Bir astronom, yıldızların hareketlerini teleskopuyla gözlemlerken, yıldızların hareketlerine etki edemez. Astronomun duygu ve düşünceleri ile, yıldızın hareketleri arasında kesin bir duvar vardır. Yaptığı araştırmanın sonucuna kendi duygu ve ideolojisini katamaz. Ne gözlemlerse, nesnel bir şekilde aktarmak zorundadır. Fakat, sosyal bilimlerde bu böyle değildir. Bir tarihçi, tarihin akışını değiştiren olayları kendi ideolojisine göre açıklayıp yorumlayabilir. Aynı şekilde bir iktisatçı da ekonominin işleyişini kendi dünya görüşüne göre açıklayabilir. Fakat, dikkat çekmek istediğim nokta bu değil. Okumaya devam edelim.

Yukarıda sosyal bilimlerle ilgili verdiğimiz örneğe dönelim. Bir tarihçi, tarihin akışını kendi ideolojisine göre yorumlarken, aynı bakış açısıyla yorumlayan pek çok insan da ona katılırsa, tarihin akışı değişir. Yani, tarihçinin tarihin akışı ile ilgili ideolojisi, tarihin akışını değiştirebilir. Aynı şekilde, ekonominin işleyişini kendi görüşlerine, siyasi duruşuna göre yorumlayan bir iktisatçı da, düşüncelerini geniş kitlelere yaymayı başarırsa, ekonominin işleyişini kendi ideolojisi doğrultusunda değiştirebilir. Burada dönüşümsel bir etki söz konusu. Peki, bu süreci finansal piyasalar bakımından yorumlarsak nasıl bir sonuç elde ederiz? Gelin, analizimizin finansal-ekonomik boyutuna geçelim.

Bir senaryo üzerinden analizimize devam edelim. Varsayalım ki, yabancı yatırımcıların Türkiye algısı negatif iken ani bir şekilde pozitife dönsün. Yani, yabancı yatırımcılar Türkiye’nin gelecekteki ekonomik performansının çok iyi olacağı beklentisine girsinler. Bu durumda Türkiye’ye yurtdışından gelen sıcak para hızlı bir şekilde artar, hisse senetlerine yoğun bir talep yaşanır, borsa yükselir, Türk Lirası (TL) değer kazanır. TL değer kazandıkça Türkiye’nin ithalat ve borçlanma maliyetleri düşer, bunun sonucunda enflasyon düşer. Enflasyonun düşmesinin sonucu olarak, faiz oranları da düşer. Dikkat ederseniz, Yabancı yatırımcıların Türkiye ile ilgili beklentisi, ekonomideki pek çok fiyatı, özellikle de paranın fiyatını, yani faizi değiştirdi. Oysa, tüm bu fiyat değişimlerini tetikleyecek ekonomik temellerde başlangıçta değişim yoktu. Beklentiler, ekonomideki fiyatları (döviz kuru, faiz vd.) değiştirdi. Değişen fiyatlar ise ekonomik temelleri değiştirdi. Bu apaçık dönüşümsel bir süreç.

Türkiye ile ilgili dönüşümsel bir örnek verebiliriz. Normalde bir ülkenin ulusal parası enflasyonda bir artış varsa, yani paranın iç değeri (satın alma gücü) azalıyorsa, paranın dış değeri de azalır (yabancı para cinsinden değeri). Örneğin, Türkiye’de enflasyon hızlı bir şekilde yükselirse, bu bir süre sonra ihracatı azaltırken, ithalatı artırır. Bunun sonucunda cari işlemler açığı artar. Cari açıktaki artış öyle bir noktaya gelir ki, finanse edilemez hale gelir. Yani, sıcak para girişi durur ya da ülkeden kaçar. Bu ise TL’nin dış değerinin düşmesine neden olur (TL, yabancı para birimleri karşısında değer kaybeder). Fakat, işin içine beklentiler girerse süreç uzun vadede böyle işlese bile, kısa vadede bambaşka işleyebilir. Nasıl mı?

Örneğin,Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası, enflasyondaki artış tehdidine karşı, parasal sıkılaştırmaya gidebileceğini (faizleri artırabileceğini) açıklasın. Fakat dikkat ediniz, henüz gitmedi, sadece gidebileceğini açıkladı. Böyle bir durumda piyasa nasıl bir tepki verir? Diyelim ki, sonraki ayın enflasyon oranı oldukça yüksek bir düzeyde gerçekleşti. Normalde, enflasyon yükseldiğinde, ulusal paranın değer kaybetmesi beklenir. Fakat piyasa, enflasyon yüksek geldiği için bu durumun TCMB’nin faizleri artırmasını tetikleyeceğini düşünür ve TL talep eder. Neden mi? Çok basit, bir paranın faizi ne kadar yüksekse, yüksek faizden yararlanmak için o paraya o kadar çok talep olur. Sonuçta TL değer kazanır. Tamamen dönüşümsel bir süreç. Analizimizi bir adım daha genişletebiliriz. TL’nin değer kazanması sonucunda ithalat maliyetleri düşer. İthalat maliyetlerindeki düşüş, enflasyonu da düşürür. Bu durum ise faiz indirim beklentisi doğurur… Bu dönüşümsel süreç sonsuza kadar devam edebilir.

Aslında, yukarıdaki örnekteki sürecin bir benzerini bugün Amerika Birleşik Devletleri’nde görebiliriz. ABD’deki enflasyon ne kadar hızlı yükselirse, Amerikan Merkez Bankası (FED) da o kadar hızlı bir şekilde faiz artırımına gidecek. Normalde, enflasyon arttığında ulusal paranın değer kaybetmesi gerekirken, faiz artırım beklentisi nedeniyle ABD ulusal parası (Dolar) değer kazanıyor. Önümüzdeki süreçte ABD enflasyonunda yükselişler görülürse, bu durum Amerikan Dolar’ının daha da hızlı değer kazanmasına neden olacak.

ABD ile ilgili, bir başka ilginç örnek verebiliriz. Normalde, bir ülkede işsizlik oranı düşüyorsa, bunun olumlu etkileri olur. Fakat ABD için durum öyle olmayabilir. ABD’de son dönemlerde işsizlik düştükçe, yani istihdam piyasası toparlandıkça, FED ‘in faizleri daha erken artırabileceği spekülasyonu güçleniyor. Yani, ABD’de işsizliğin azalması, ABD Dolar’ının değer kazanmasına neden oluyor. Bu genelde normal karşılanabilir. Yani, bir ülkede işsizlik azalıyorsa, elbette o ülkenin ulusal parası değer kazanabilir. Fakat, işin içine faiz artırım beklentisi girince, bu değer kazanma çok daha kuvvetli olabiliyor. Bu durum ise ABD ekonomisini olumsuz etkileyebilir. Aslına bakarsanız, etkiledi bile. Değerlenen Dolar nedeniyle, ABD’nin dış ticaret açığı Aralık 2014’de aylık %17,1 artarak Kasım 2012’den beri gördüğü en yüksek seviyeye yükseldi. Gerçi, FED ‘in bu durumu önemsememe olasılığı yüksek, önceki yazılarımda da bahsettiğim gibi ABD’nin cari açığı zaten düşük, biraz yükselmesi FED’i rahatsız etmeyebilir. Fakat yine de finansal piyasalarda ”Acaba FED faiz artırımını öteler mi?” gibi bir soru işareti çok kısa süreliğine de olsa doğdu.

ABD ile ilgili bir örnek daha verelim. Normalde bir ülkede işsizlik azalırsa, tüketim ve yatırım talebi  artacağı için enflasyon yükselir. Fakat ABD’de istihdam piyasası toparlandıkça, işsizlik azaldıkça, faiz artırım beklentisi nedeniyle Dolar hızla değer kazanıyor. Bu ise ABD’nin ithalat maliyetlerini aşağı çekiyor. Bu durum ise ABD’de enflasyonun hızlı bir şekilde yükselmesini engelliyor.

Beklentiler ve dönüşümsellikle ilgili verdiğimiz örnekleri çoğaltabiliriz. Günlük yaşamda da, en küçük iktisadi kararlarda bile beklentilerimizin şekillendirdiği dönüşümsel süreçleri gözlemleyebiliriz. Evrende her şey birbirine bağlı ve bir şekilde her şey her şeyi etkiliyor. Ekonomi de bu sonsuz etkileşim ağından etkileniyor ve etkiliyor. Önemli olan, ister atom, ister hücre, ister ekonomik birim olsun tüm parçaların sonsuz ağ sistemini oluşturduğu ve her bir parçanın da sonsuz ağın kendisi olduğu gerçeğini sezebilmek. Aristoteles’in de dediği gibi: ”Bütün, parçaların toplamından fazla bir şeydir.”

Burada yazılanlar yatırım tavsiyesi/danışmanlığı değildir.

Mail adreslerim utugberk@gmail.com  utugberk@hotmail.com

 

Okudunuz mu?

KÜRESEL KONJONKTÜR VE TÜRKİYE EKONOMİSİ

Tuğberk Çiloğlu Küresel ekonomide 2020 yılı başından beri etkili olan pandemi süreci, kendi içinde yaşadığı …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

Translate »