Tuğberk Çiloğlu
Son dönemde küresel ekonomiyi ve Türkiye Ekonomisini yakından ilgilendiren pek çok gelişme yaşandı. Bu gelişmeleri yaşanan küresel ticaret savaşı, FED ve ECB’nin hamleleri, finansal piyasaların son dönemlerdeki fiyatlama davranışı ve tüm bunlardan Türkiye’nin nasıl etkilenebileceği konuları olarak özetleyebiliriz.
Son dönemde ABD’nin başlattığı korumacı politikalar akıllara küresel bir ticaret savaşı mı başlıyor sorularını getirdi. ABD ve Çin art arda korumacı dış ticaret politikaları izlemeye başladı, gümrük duvarları yükseldi. Bu gelişmelere finansal piyasaların verdiği tepki oldukça ilginç oldu. Normal şartlarda bir ülke korumacı dış ticaret politikaları izlediğinde, bu o ülkenin yakın zamanda dış ticaret açığının azalacağına işarettir. Bildiğiniz gibi bir ülkenin dış ticaret açığının kapanması, o ülkenin ulusal parasının diğer para birimleri karşısındaki değerini zaman içinde yükseltir. Fakat bu sefer böyle olmadı. Neden mi ?
ABD’nin korumacı politikalar izlemeye başlamasıyla birlikte ABD doları diğer majör para birimleri karşısında değer kaybetmeye başladı. Normalde ABD’nin ticaret açığı kapanacağı için ABD dolarının da değer kazanması gerekiyordu. Fakat bunun tam tersi oldu çünkü piyasalar ABD’nin korumacı politikalarının küresel bir ticaret savaşını başlatabileceğini fiyatladı. Çünkü şiddetlenmiş bir küresel ticaret savaşında merkez bankalarının para arzını artırıp kendi parasının değerini düşürme politikası izleyebilme olasılığı güçlüdür. Finansal piyasalar orta-uzun vadede gerçekleşebilecek bu olasılığı fiyatladı. Burada değinilmesi gereken nokta, korumacı politikayı uygulayan ülkenin dünya ekonomisindeki ağırlığı. Nasıl mı ?
Eğer benzer korumacı politikaları dünya ekonomisinde önemli bir ağırlığı olmayan ülke başlatsaydı büyük bir olasılıkla dış ticaret açığının kapanacağı beklentisiyle o ülkenin ulusal para birimi değer kazanırdı. Çünkü, finansal piyasalar bu korumacı ticaret politikasının dünya genelinde yaygınlaşıp küresel bir ticaret savaşını başlatacağını fiyatlamazdı. Buradan, korumacı dış ticaret politikası izleyen ülkenin dünya ekonomisindeki ağırlığının, söz konusu ülkenin ulusal para biriminin izleyeceği seyrin yönüne etki ettiğini söyleyebiliriz.
Küresel ticaret savaşı beklentilerinin gelişmekte olan ülke para birimlerine olan etkisi ise farklı bir düzlemde oldu. Piyasalar, ticaret savaşının küresel risk alma iştahını düşüreceğini fiyatladı ve ABD doları gelişmekte olan ülkelerin para birimlerine karşı değer kazandı. Yani, majör para birimlerine karşı değer kaybeden ABD doları, gelişmekte olan ülkelerin para birimlerine karşı değer kazandı. Peki, neden ?
Bu durumun en temel nedeni küresel risk iştahındaki olası bir düşüşün, gelişmekte olan ülkelerin sermaye piyasalarından çıkış yaşanması anlamına gelmesi demek. İşte bu nedenle gelişmekte olan ülke para birimleri ABD doları ve diğer majör para birimlerine karşı değer kaybetti. Bu noktada, küresel ticaret savaşının ilginç bir durumu ortaya çıkarmış olduğunu görebiliyoruz: Korumacı politikaları uygulayan majör ülkelerin para birimleri diğer majör para birimlerine karşı değer kaybederken, minör para birimleri diğer tüm majör para birimlerine karşı değer kaybediyor.
Küresel ticaret savaşının dışında finansal piyasalara yön veren bir diğer unsur ise kuşkusuz merkez bankalarının politikaları. FED’in Mart’ta faiz oranlarını artırması ve 2018 yılı içerisinde toplam üç faiz artırımının olacağının belirginleşmesiyle birlikte faiz oranları bakımından Amerikan dolarının seyri de belli olmuş oldu. Bildiğiniz gibi, FED’in faiz artırım politikasının yanı sıra bilanço küçültme süreci de devam ediyor. Bunun sonucunda ABD tahvillerinin faizi yükselme eğilimine giriyor. Risk priminin sabit kaldığı varsayımı altında bu durum gelişmekte olan ülke tahvil faizlerinde de yukarı yönü işaret ediyor. Özellikle küresel ticaret savaşının bu konuyla yakından ilgisi var. Nasıl mı ?
ABD tahvil piyasasında on yıllık devlet tahvili faizleri için %3 seviyesi kritik bir seviye. ABD tahvil faizleri bu noktaya doğru yükseldiği zaman Amerikalı yetkililer bu durumdan rahatsız oluyor ve faizlerin daha fazla yükselmemesi için FED faiz artırımında yavaşlama sinyalleri veriyor. Çünkü tahvil faizlerinin çok yükselmesi ABD Hazinesinin ve özel şirketlerin yüksek maliyetle borçlanması anlamına geliyor. Fakat küresel ticaret savaşı beklentileri neticesinde dünya genelinde güvenli varlıklara olan talep arttı. ABD devlet tahvilleri de küresel piyasalar tarafından güvenli varlık olarak algılanıyor. İşte bu nedenle bu tahvillere olan talep arttı, tahvil fiyatları yükselirken faizleri düştü. Yani son dönemde ABD on yıllık devlet tahvillerinin faizi düşme eğilimine girdi. Buradan, şu sonucu çıkarabiliriz: Artık FED rahatlıkla faiz artırım hızını artırabilir ve belki de bilanço küçültme sürecini hızlandırabilir. Çünkü FED artık ABD on yıllık devlet tahvili faizlerinin küresel ticaret savaşı sonucunda eskisi kadar hızla yükselmeyeceğini biliyor. FED’in faiz artırım ve bilanço küçültme sürecini hızlandırmasının gelişmekte olan ülke faizlerinde yükseliş, para birimlerinde ise düşüş getirme olasılığı oldukça yüksek.
Bu süreçte Avrupa Merkez Bankası (ECB) da Mart ayındaki toplantısı sonrası yayınladığı politika notunda, gerekli görüldüğü durumlarda ek parasal gevşemeye gidilebileceği yönündeki ifadeyi çıkardı. Bu durum, kısa vadede olmasa da orta ve uzun vadede ECB’nin de yavaş yavaş parasal gevşeme politikasını sonlandırmak istediğini gösteriyor. Bu da gelecekte Avrupa kaynaklı fonların da gelişmekte olan ülkelere yatırım yaparken daha seçici davranacağını gösteriyor. Çünkü büyük olasılıkla gelecekte bu fonlar yatırım için eskisi kadar ucuz kaynak bulamıyor olacak.
Türkiye için de bu tabloda önümüzdeki dönem için iki seçeneği bulunuyor: Ya faizleri artırıp TL’deki değer kaybını sınırlamaya çalışacak, ya da faizleri artırmayıp TL’deki değer kaybını döviz rezervi satışı ile sınırlamaya çalışacak. Her iki seçeneğin de olumlu ve olumsuz tarafları var. İlk seçenekte rezerv kaybı olmadan TL’deki değer kaybı sınırlanır fakat yükselen faizler ekonomik aktiviteye zarar verir. İkinci seçenekte ise faizler yükselmediği için ekonomik aktivite zarar görmez fakat döviz rezervlerinin azalması Türkiye’nin risk priminin artmasına ve orta-uzun vadede finansal kırılganlığa yol açabilir. Kuşkusuz, bir diğer seçenek ise ikisini de yapmayıp TL’nin değer kaybına izin vermek. Bu durumda ise Döviz kurlarındaki yükseliş sonucunda zaten yüksek olan enflasyon daha fazla yükselebilir. Bu da orta-uzun vadeli ekonomik görünümü olumsuz etkiler, refah düzeyini aşağı çeker.
İktisat politikası pek çok seçenekler sunar. Önemli olan her bir seçeneğin alternatif maliyetini iyi hesaplamak ve planlı hareket etmek.
Görüşmek üzere.
Burada yazılanlar yatırım danışmanlığı/tavsiyesi değildir.
Mail adreslerim: utugberk@gmail.com utugberk@hotmail.com